Takımlarıyla Özdeşleşen Formalar

2007-2008 SEZONU HAFTALIK NOTLAR İÇİN TIKLAYIN

2006-2007 SEZONU HAFTALIK NOTLAR İÇİN TIKLAYIN

2005-2006 SEZONU HAFTALIK NOTLAR İÇİN TIKLAYIN

***

"7 kişiyle 7-0"ın Bilinmeyenleri

1911 yılının kışında oynanmış olan bir GS-FB maçı var ki 100 yıldır Galatasaraylı arkadaşlarımız bunu söyler dururlar, özellikle de 6 Kasım 2002 tarihli 6-0'lık maçtan sonra..
Fenerbahçeliler de nerede bunun belgesi diye sorarlar. Böyle bir karşılaşma gerçekten de oynanmıştır ama acaba Galatasaraylılar'ın anlattığı gibi mi olmuştur, abartma var mıdır..?
GS takımı gerçekten de 7 kişiyle mi oynamıştır..?

İşte gerçekler:

Rahmetli Rüştü Dağlaroğlu’nun “Fenerbahçe Tarihi” isimli kitabından alıntıdır.


Galatasaray’ın en farklı galibiyeti olan 12.01.1911’deki 7-0’lık maçın abartılıp, “Full Fenerbahçe’yi 7 kişi ile yenme kalıbına sokulması ve zaman zaman reklam konusu edilmesi karşısında, Fenerbahçe kurucularından ve ilk kalecilerden Sayın Hulki Kutluk’un Mayıs 1973 tarih ve 77 sayılı Fenerbahçe Dergisi’nin 14. sayfasındaki sözleriyle bu olayı aydınlığa kavuşturmak mümkündür:

“Ben St. Benoit Lisesi’nde yatılı öğrenci idim. Karyolalarımız eskrimci Feyzi ile yan yana idi. Bir gece, yakınlardaki meşhur Galata meyhanelerinde laternalar çalarken, “İmdat” diye bir feryat duyunca, Feyzi ile yataklarımızdan fırlayıp pencereye koştuk. Müdür Frere Prudance, bizim telaşla pencereden uzandığımızı görünce:

- Yarın size izin yok! diye bağırdı.

Ertesi gün pazardı ve Galatasaray ile maçımız vardı. Ne yapacaktık! Enspektör General Mr. Descoufi’ye gidip, uzun uzun ricalar ettim, yalvardım, ancak, öğle yemeğinden sonra izin verdi. Kadıköy’e sahaya geldiğimde maç çoktan başlamıştı ve hatta bitmek üzereydi, bizim takımın kalesinde Hüseyin İzzi’yi görünce hayret ettim, çünkü asıl kalecimiz o değildi. Bana:

- Çabuk soyun. Kaleye geç. dediler.

Meğer kalecimiz Ali Sait gelememiş. Topçu Harbiyesi'nde mühendis talebe idi. O zamanlar hafta tatili Cuma olduğundan, Pazar günü yapılan bu maça okul müdürü izin vermemiş ve gelememiş. Ben de gelemediğimden, İzzi’yi kaleye geçirerek 8 kişi ile maça başlamışlar. İkinci devre benle birlikte 2 kişi daha gelince 10 kişi olduk. Bana, “Çabuk kaleye geç” dediler ama vakit yoktu. 5-10 dakika kalmıştı. Hava soğuk. Yağışlı. Saha kaygan, etrafta da 40-50 seyirci vardı.

Biz bu maçı anarken, hep, “Kalecisiz Maç” sözünü kullanmışızdır. Takımı da, “Kalecisiz Takım” diye anarız.

Bir noktayı daha işaret edeyim, bu mühimdir:

Galatasaray’ın 7 kişi olduğu doğru değildir. Onlar da maça 7 kişi başlamışlar, sonra 10 kişi olmuşlardır. Bizimkiler 8 başlayıp 10 olmuşlar. 2 takım sahadan 10’ar kişi olarak ayrıldılar.

O mevsim bizim takımın sahaya tam olarak çıktığı nadirdir. Oyuncumuz yoktu. Kulüp dağılmak üzere idi. Çok defa takımı başka kulüplerden ödünç oyuncularla tamamlardık.

 

Adeta bir mahalle maçı havasında geçen karşılaşma olmuş. Hatta o kadar bile değil.
Oyuncular öğrenci, yurtlarda, pansiyonlarda kalıyorlar, izin alamıyorlar ki maça gitsinler, sonra karşıda kalecisiz oynayan bir takım var...

Bunun bir 6-0 'lık maçla mukayese edilmesi mümkün mü?!

6-0, Fenerbahçe'nin ligi 6. sırada, Gençlerbirliği, Gaziantep ve Malatya'nın arkasında bitirdiği, yani en kötü sezonunu geçirdiği bir dönemde ekranlara yansımış bir belgeseldir. Masal gibi, hikaye gibi anlatıla gelen bir şey değildir. Belgesi her yerde, her zaman bulunabilir, kameralar sonsuza dek kaydetmiştir.
  

***

 

*** 

    

 

***
 

Fenerbahçelilik / Haldun Sevel / Sabah

"Yıllar önce, her şeyimi, eşimi, işimi, evimi, evet her şeyimi terk ederek,
teknem Maviş ile Kuzey Ege'ye gittim ve 3 yıl oralarda teknemde yaşadım.
Orada, Kuzey Ege'de, o 3 yıl içinde yaşadığım, düşündükçe, hatırladıkça hâlâ
gözlerimin yaşla dolduğu bu anımı, orada yaşadığım bu dramı, kaleme almanın
tam sırası diye düşündüm."

Yazar bundan sonra teknesi Maviş ile Midilli'ye doğru yola çıktığını,
sonunda Kolpos Yares denilen limana demirlediğini ve ertesi sabah bir
rembetiko ile uyanışını anlatıyor.
Hemen havuzluğa koşup merakla kim olduğuna bakıyor ve başında kurdelalı fötr
şapka, üstünde eski ama temiz ince çizgili lacivert kruvaze takım elbise
bulunan 80-85 yaşlarında bir Rum'un bir balıkçı kayığında 13-14 yaşlarında
bir kız çocuğu ile şarkı söyleyerek balık sattığını görüyor.
Daha sonra bu ihtiyar Rum Maviş'e yaklaşıyor ve Haldun Sevel'e, hafif Rum
şivesi fakat temiz bir Türkçe ile "Siz Türk'sunuz?" diye soruyor."Şaşırdım,
'Evet evet' diye kekeledim. Teknemin Maviş isminin altındaki İstanbul
yazısına baktı. 'İstanbul'dan?' diye sordu. 'Evet İstanbul'dan' dedim
heyecanla. Sanırım bir dost bulmak üzereydim!..
'Yoksam Fenerbahçe'den?'
'Evet Fenerbahçe'den geliyorum' deyince, ihtiyar Rum'un mavi gözlerinin
nemlendiğini gördüm, küpeştemi tutan elleri titriyordu.
Heyecanla sordu. 'Belvu duruyor mu Belvu?'
'Belvu Gazinosu! Duruyor tabii..." diye başlayan sohbet, ihtiyar Rum'un
eskiden yaşadığı yerleri ve olayları anlatmasıyla uzadı.
"Todori'yi, Koço'yu, Papazın Bağı'nı (Şimdiki Fenerbahçe Stadı'nın olduğu
yer) anlattıkça duygulandı, duygulandıkça anlattı.
Bir damla gözyaşı beyaz sakallarının arasından geçmiş olmalı ki çenesinin
kenarından ceketinin yakasına damladı. Yakasında tanıdık bir rozet var.
Eskimiş bir Fenerbahçe takımı rozeti...
Gönül verdiğim futbol takımının rozetini görünce, tıkandım... Fenerbahçe
neresi, Midilli'nin o ücra fakir yeri neresi?"
Bundan sonra, ihtiyar Rum kendisini tanıtıp Haldun Sevel'i akşam misafir
etmek istediğini söyler. Hatta balığının, musakkasının, cacığının ve
uzosunun olduğunu ama rakısının olmadığını da ilave eder, "Sende var mi?"
diye sorar:
"Var kaptan istediğin rakı olsun.
İhtiyar Rum bana aynen şöyle dedi:
- Atatürk'un rakıdan, onun rakıdan olsun."
Yazar daha fazla dayanamayıp rakıları alıp ihtiyar Rum'un kayığına biner.
İhtiyar Rum, adının Aristidi olduğunu, babasının, dedesinin hepsinin doğma
büyüme İstanbullu olduğunu, Moda Mektep Sokağı'nda oturduklarını ama
maalesef 6-7 Eylül olaylarından sonra Türkiye'den ayrılmak zorunda
olduklarını anlatır...
"Söze girebilsem lafı yakasındaki Fenerbahçe rozetine getireceğim ama,
Aristidi Kaptan hiç susmuyor... Tam 1 hafta misafirleri oldum, neler anlattı
neler... Son gece ben onlarda misafirdim. Balkonda cacığı kaşıklayıp,rakı
bittiği için uzo içiyoruz...
'Vakit geç oldu, artık kalkayım, öğleden sonra batı bindirir, önce saçak
altından yukarı vururum, oradan da pupa yelken Cunda'ya...' 'Yine
geleceksin?' diye sordu.
'Söz geleceğim, istediğin bir şey var mı? Lütfen söyle, sana ne getireyim?'
deyince güldü: 'Atatürk'un rakıdan' dedi, birlikte güldük. 'Söz getireceğim,
başka ne istiyorsun?' diye ısrar ettim.
Yakasındaki eskimiş Fenerbahçe rozetini gösterdi... 'Bundan getir' dedi.
'Bu da benim gibi eskidi, buralarda yok.'
'O rozeti niye takıyorsun?' diye sordum.
Hemen kaşlarını çattı, ben devam ettim: 'Sen Modalı'sın, Fenerbahçeli
benim... Hem Fenerbahçe neresi, Midilli neresi, öyle değil mi, o rozeti niye
takıyorsun?' Suratıma baktı baktı, ağzından ne çıkacak diye bekliyorum.
'Doğru 1923 neresi, 1994 neresi, senin baban bile bilmez benim niye
Fenerbahçe rozeti taktığımı...' '1923' dedi. '1923, İstanbul işgal
altındaydı, 12 yaşındaydım, bir gün babam beni heyecanla tutup maça
gideceğimizi söyledi, büyük bir maç olacakmış, maç değil harp, işgal
kuvvetleri generali bir maç tertip etmiş... İngiliz takımı bir Türk takımı
ile maç yapacakmış, Türkler'e bir ders vereceklermiş... İşgal kuvvetleri
dediğim, İstanbul'u işgal etmiş İngiliz kuvvetleri...Tarihini de söyleyeyim,
Mart 1923... Babamla erkenden yer bulabilmek için yola çıktık. Yolda
öğrendik, İngiliz takımının karşısına Fenerbahçe takımı çıkacakmış.
Bütün işgal ordusu orada, yer gök inliyor... Fenerbahçe sahaya çıkarken
sesler kesildi, ne bir tezahürat ne bir alkış... Kıran kırana bir maç oldu.
Maç değil harp. Sedye ile dışarı kaç kişi taşıdılar hatırlamıyorum... Ne
oldu biliyor musun? Fenerbahçe kazandı, öyle bir çaktı ki şımarık işgal
takımına, o gece İstanbul'da sabahlara kadar Fener alayları yapıldı... Şimdi
anladın mı yakama o rozeti niçin taktığımı? İşte ben o günden beri
Fenerbahçeli'yim...'
Aristidi Kaptan'ı yüreğim tıkanarak dinledim, kalktım ihtiyar Rum'un
ellerinden öptüm, o bizden biriydi."
Haldun Sevel yazısının bundan sonraki bölümünde Türkiye'ye dönüşünü, orada
yaptıklarını anlatıyor. Çok istemesine rağmen Midilli'ye bir türlü
gidemiyor. Ta ki 9 Mayıs 1996'ya kadar...
"Ve denize iner inmez hareket ettim. 9 Mayıs 1996. Rotam Midilli, ihtiyar
dostuma gidiyorum, her taraf Kulüp Rakısı dolu, ceplerim de Fenerbahçe
rozetleri... Nefes nefese vardım ihtiyarın evine... Kapının tokmağını
tıklattım, bekledim, sert sert vurdum, zili çevirdim bir daha çevirdim,
karşı kaldırıma geçip üst katın pencerelerine bakıyordum ki, birden kapı
açıldı ve ihtiyar Aristidi'yi gördüm...
3 yıldır görmediğim, ama hiç unutamadığım ihtiyar dostumun boynunda
gırtlağının alt tarafında, bir delik vardı, ihtiyar Aristidi gırtlak
kanserine yakalanmıştı... Kulüp Rakıları'ndan birini çıkartıp gösterdim,
gülümsedi, ona bir avuç yepyeni Fenerbahçe rozeti de getirmiştim, rozetleri
görünce omzumu sevdi, kulağıma sokulup kısık bir sesle:
'Niye bu kadar geç kaldın?' dedi.
Sonra, ceketini istedi, verdim. Yatağın yanındaki iskemlenin arkasına itina
ile yerleştirdi, yoruldu yatağına oturdu. 'Hadi tak rozetimi' dedi.
Ceketinin yakasından eskimiş rozeti çıkarttım, yeni rozeti itina ile taktım.
Yüzü kızardı, sanki ona madalya takmıştım. Bir süre seyretti Fenerbahçe
rozetini, gülümsüyordu, ihtiyar Rum yine duygulanmıştı.
Yakalarımıza Fenerbahçe rozetlerimizi takıp taş kahveye gittik, diğer Rumlar
bizi alkışladılar. İhtiyar Aristidi mezarına memleket toprağı istiyordu, o
isteği de oldu...
Eğer Maviş ile birlikte, bu yaz da inersem Ege'ye, gönlümü bıraktığım yere,
yine götüreceğim ona memleket toprağı..."
 

***
 

HAKKI YALÇIN

Seni seviyoruz FENERBAHÇE (28.04.2007-Fotomaç)

Adaletsizliğin yan kuruluşu haline gelmek mi önemlidir? Tek başına olup, haksızlığın ordularına yenilmek mi? Bizim taştan kalelerle futbol oynadığımız yıllardan kalan alışkanlıklarımız sürüyor. Bizler gönül verdiklerimiz haksızlık yaptığında, aşklarımızdan bile vazgeçeriz. Ve kaza süsü verilmiş cinayetlere de asla göz yummayız! O yüzden diyoruz ki... "Seni seviyoruz Fenerbahçe." Sana karşı açıkça örgütlenmiş bir düzene karşı verdiğin yürekli mücadele için...

Futbolu böylesine kire batmış bir ülkede, kupanın mı anlamı var, ligin mi? Önemli olan, haksızlık cuntasına karşı yürekli olmak. O yürek Beşiktaş karşısındaki Fenerbahçe takımında vardı. Ama Fenerbahçe'nin karşısında Selçuk Dereli diye bir hakem de vardı. Selçuk Dereli, Beşiktaş için nöbetçi eczane gibiydi.
 

Fenerbahçe, 90 dakika Beşiktaş'ı evire çevire yendi de, adaletsizliği yenemedi. Baki Mercimek'in babası hakem olsa, kırmızıyı gösterirdi. Selçuk Dereli göstermedi. Yan hakemin işaret ettiği Beşiktaşlı Mehmet Sedef'e bile kart göstermeyen adam, Fenerbahçe'ye gün yüzü gösterir mi?

Adaletli bir hakemle, maç uzatmalara da kalmazdı. 90 dakikadan sonra Fenerbahçeli futbolcular raydan çıktı ama adalet maçtan önce raydan çıkmıştı zaten. Beşiktaş'ın attığı gol öncesinde verilmeyen faul, Beşiktaş için önceki gece verilen sayısız faulden biridir. Fenerbahçe'nin verilmeyen penaltısı, başkalarına verilen yüzlerce penaltıdan biridir. Maçın sonunda Fenerbahçeli Uğur Boral'a gösterilmeyen kırmızı kart da, Beşiktaş lehine hakemin biriktirdiği günahların kırıntısıdır.
 

Gerçekler tekildir ama Selçuk Dereli tek başına değildi karar verirken... Ve Fenerbahçe'nin finaline kan doğradı. Biz bu filmi geçen yıl izlemiştik. Sezon başından beri de izliyoruz.
 

Kızmayın Fenerbahçeli futbolculara Tek kişilik yalnızlıklarından, çok kişilik kalleşlikler çıkaramadıkları için onlara hesap sormayın. Başları önde duruyorsa kaldırın. İnsan olanın gücü bir yere kadar. Birbirine uydu olup, her türlü ahlaksızlığın çemberinde dönenlere inat, onlar yalnız başına onurlu mücadele veriyorlarsa, bırakın şampiyon da olmasınlar.

Adalet eski bir sokak çeşmesidir, suyu kurumuş. Filmin sonunu beklemeye gerek yok. Yarından tezi yok, Adnan Polat, Fenerbahçe için kullandığı ses tellerine Beşiktaş bayraklarını asabilir. Yıldırım Demirören de, garantili mesajlarının ardından, yaldızlı davetiyelerin siparişini verebilir. Fenerbahçe için kazılmış kuyulara atarlar, yeni mesajlarını.

Geçen yıl bir Fenerbahçe taraftarından mail almıştım. "Kazandığında sevmiyorum seni, kaybettiğinde sevdiğim kadar" diye... Namuslu yürekler için asıl zafer budur. O yüzden diyorum ki... Seni seviyoruz Fenerbahçe! Böyle kaybetmenin, kazanmaktan bile kutsal olduğunu gösterdiğin için.

***

 

 

Yayınlayan Fatih Aslan